Merhaba iyi haftalar diliyorum okurlarım 😀 bu postta karşınızda okumayı çok istediğim ve sonunda okuduğum ince bir kitap olan İnci'den bahsedeceğim. Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen John Steinbeck’in çağımızın toplumsal ve insani meselelerini ustalıkla resmettiği eserleri modern dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alır. Tomris Uyar’ın sunuş yazısında belirttiği gibi, “İnsanoğlunun umudunun, var olma direncinin seyreldiği bir tarih anında olanca görkemiyle gerçek umudun türküsünü söylemiştir. Tozpembe olmayan gerçekçi bir umudun.” Bu nedenle eserleri edebi değerleri kadar güncelliklerini de hiç yitirmemiştir.
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini anlatır. Kino’nun çocuğunu kurtarmak umuduyla daldığı denizden çıkardığı eşi benzeri görülmemiş inci, yalnızca umut değil yıkım da getirecektir. İncinin özü insanların özüne; Kino’nun kulaklarında çınlayan ve kasabaya yayılan İncinin Türküsü, ailenin, kötülüğün, umudun ve düşmanlığın türküsüne karışacaktır. Steinbeck, Kino’nun derinliklerden söküp çıkardığı inci ile içinde yaşadığımız dünyaya ve insanın dramına ışık tutuyor.
Konusu
İnci'nin konusundan biraz bahsedecek olursak: Kino adında Meksika'nın bir koyunda yaşayan bir inci avcısını anlatıyor. Kino'nun bir gün bebeği hasta oluyor ve çaresizlikle yine çalışmaya döndüğünde görüp görülebilecek en büyük, en devasa inciyi denizden çıkartıyor. Bu hem halkın gördüğü hem de Kino'nun gördüğü en büyük inci olduğundan herkes şaşkınlık geçiriyor. Ve Kino'yla ailesini büyük bir değişiklik bekliyor. Ardından işler hem güzel, hem de gidebileceği kadar kötüye gidiyor.